Eş şehid ne demek ?

Iclal

Global Mod
Global Mod
Eş Şehid Ne Demek? Kavramın Anlamı, Toplumsal Yansımaları ve Sessiz Gerçekler

Bir gün bir anma töreninde “eş şehid” ifadesini ilk kez duyduğumda, bir an duraklamıştım. O güne kadar “şehit” kelimesi zihnimde askerle, savaşla, vatan savunmasıyla eşleşmişti. Ama bu yeni terim, başka bir derinliğe dokunuyordu: geride kalan, ama sanki bir kısmı da o gün ölen insanlar... Şehit eşleri. “Eş şehid” denilerek onlara verilen unvan, hem onurlandırıcı hem de düşündürücüydü. Çünkü bu ifade sadece bir tanım değil; bir toplumsal kabullenişin, duygusal mirasın ve bazen de eksik kalmış bir adaletin yansımasıydı.

Kavramın Temeli: “Eş Şehid” Ne İfade Ediyor?

“Eş şehid” kavramı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve İçişleri Bakanlığı tarafından şehit olan personelin geride bıraktığı eşlerini tanımlamak için kullanılan bir onur unvanıdır. Türk Dil Kurumu bu ifadeyi bağımsız bir madde olarak tanımlamasa da, resmî belgelerde “şehit yakını” kavramı içinde yer alır.

Bu kişiler, eşlerini vatan hizmetinde kaybetmiş, dolayısıyla devlet nezdinde “şehit yakını” olarak özel haklara sahiptir: maaş, sağlık sigortası, istihdam önceliği ve bazı sosyal haklar.

Ancak “eş şehid” ifadesi sadece bir statüyü değil, bir kimliği temsil eder. Çünkü birçok insan için bu kelime, “hayatın yarısını kaybetmiş ama güçlü kalmayı başarmış kişi” anlamına gelir. Bu yönüyle hem onurlu bir kimliktir, hem de toplumsal olarak yüklenmiş bir sessizlik biçimidir.

Erkeklerin Stratejik, Kadınların Empatik Yaklaşımı: İki Gerçeklik Birleşince

Bu konuda gözlemlediğim ilginç bir fark var: erkekler genellikle “eş şehid” kavramına devletsel bir sistem üzerinden bakıyorlar — “Bu insanlar için yeterli sosyal destek sağlanıyor mu?”, “Haklar eşit mi dağıtılıyor?” gibi pratik, çözüm odaklı sorular soruyorlar. Kadınlar ise konuyu daha çok duygusal dayanıklılık, yas süreci, toplumun beklentileri açısından ele alıyor.

Bu iki yaklaşımın birleşmesi aslında gerçeği tamamlıyor:

Bir yanda politika, diğer yanda psikoloji.

Örneğin Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nin 2022 raporuna göre, eşini şehit olarak kaybeden kadınların %68’i ilk 5 yıl içinde ciddi psikolojik destek ihtiyacı duymuş. Ancak bu kişilerin sadece %40’ı profesyonel yardım alabilmiş. Bu, duygusal desteğin hâlâ eksik olduğunu gösteriyor.

Öte yandan, İçişleri Bakanlığı verilerine göre, şehit yakınlarına 2023 itibarıyla yılda ortalama 700 milyon TL civarında sosyal yardım aktarılıyor. Bu da sistemin finansal boyutta güçlü olduğunu, ama duygusal iyileşme konusunda hâlâ açıklar bulunduğunu gösteriyor.

Yani erkeklerin stratejik yaklaşımı ekonomik güvenliği, kadınların empatik yaklaşımı ise psikolojik iyileşmeyi temsil ediyor. İkisinin dengesi olmadan “eş şehid” kavramı eksik kalıyor.

Onurlandırma mı, Yükleme mi?

“Eş şehid” ifadesi kulağa onurlu bir unvan gibi geliyor, ama aynı zamanda bu unvanın getirdiği sosyal yük de var. Birçok eş şehid, toplumun kendilerinden “sürekli güçlü kalmalarını”, “duygusal olarak yıkılmamalarını” beklediğini söylüyor.

Bazıları için bu unvan bir gurur kaynağı; bazıları içinse kapanmayan bir kimlik yarası.

Sosyolog Ayşe Güler’in “Türkiye’de Şehit Aileleri Üzerine Sosyal Kimlik Analizi” adlı çalışmasına göre, şehit eşi olan kadınların büyük bir kısmı “kendi kimliklerinin eşleri üzerinden tanımlandığını” hissediyor.

Bir katılımcının ifadesi dikkat çekici:

> “Ben onun eşi olmaktan gurur duyuyorum ama ben sadece ‘şehit eşi’ değilim. Ben hâlâ bir insanım, annesiyim, bireyim.”

Bu söz, “eş şehid” kavramının hem saygı hem de kısıtlama içerdiğini gösteriyor. Onurlandırmak ile etiketlemek arasındaki ince çizgi burada ortaya çıkıyor.

Toplumsal Bellek ve Cinsiyet Rolleri: Sessiz Kahramanlar

Toplumun belleğinde şehitlik genellikle erkeklikle, fedakârlıkla ve kahramanlıkla özdeşleştirilir. Ancak “eş şehid” kavramı bu denklemde yeni bir alan açıyor: kadın kahramanlığı.

Evini tek başına ayakta tutan, çocuğunu büyüten, acısını içine gömen kadın figürü — sessiz ama kalıcı bir direniş biçimi haline geliyor.

Yine de bu noktada genellemeye düşmemek gerekir. Çünkü erkek şehit eşleri de vardır; kadın askerlerin, polislerin, sağlık çalışanlarının eşleri...

Toplum çoğunlukla bu olasılığı göz ardı eder. Bu da kavramın “kadın merkezli” olarak algılanmasına neden olur. Oysa cinsiyet fark etmeksizin, eşini kaybetmiş her insan benzer bir acıyı taşır. Gerçek eşitlik, bu duygusal deneyimi cinsiyetten bağımsız olarak kabul etmekten geçer.

Eş Şehidliğin Güçlü ve Zayıf Yanları

Güçlü yanları:

- Toplumsal saygı ve onur unsuru olarak görülmesi, bireylere manevi güç kazandırıyor.

- Devlet desteğiyle ekonomik istikrar sağlanabiliyor.

- Kamuoyu nezdinde “fedakârlığın sembolü” olarak tanınmak, sosyal dayanışmayı güçlendiriyor.

Zayıf yanları:

- Kimliğin sürekli kaybedilen eş üzerinden tanımlanması bireysel gelişimi sınırlıyor.

- Psikolojik destek ve rehabilitasyon sistemleri yetersiz kalıyor.

- Toplumsal baskı, “yasını uzun tutma” veya “yeniden evlenme” gibi konularda kişisel özgürlükleri kısıtlayabiliyor.

Yani bu unvan, hem bir şeref madalyası, hem de görünmez bir duygusal zincir olabilir.

Düşündürücü Sorular

- “Eş şehid” unvanı bir onurlandırma mı, yoksa toplumun acıyı düzenli hale getirme biçimi mi?

- Bu kişiler kendilerini gerçekten değerli hissediyor mu, yoksa saygı kelimeleriyle yalnızlıkları mı örtülüyor?

- Devletin sağladığı yardımlar, duygusal kayıpların yerini tutabilir mi?

- “Şehitlik” kavramı toplumsal cinsiyet algılarını yeniden üretiyor mu?

Bu sorular, sadece tartışma değil; toplumsal yüzleşme sorularıdır.

Sonuç: “Eş Şehid” Olmak, Yaşamakla Yas Tutmak Arasında Bir Durum

Sonuçta “eş şehid” olmak, bir insanın aynı anda iki yaşam sürmesi gibidir: biri geçmişe, diğeri geleceğe bağlı.

Bu unvan, ne sadece bir saygı ifadesi, ne de sadece bir yük.

O, toplumun hem minnettarlığını hem beklentisini bir arada taşır.

Erkeklerin stratejik bakışının soğukkanlılığıyla kadınların empatik derinliği birleştiğinde, ortaya şu gerçek çıkar:

Bir eş şehid, sadece kaybeden değil; aynı zamanda anlamı yeniden inşa eden kişidir.

Belki de asıl soru şudur: Biz, bu insanlara sadece “şehidin eşi” olarak mı bakıyoruz, yoksa “kendi hikâyesinin kahramanı” olarak mı?

Cevabı bulmak, toplumun vicdan aynasına bakmakla mümkün.